26 Ekim 2019 Cumartesi
ÇEKİNGENLİĞİNİZ HASTALIĞINIZ MI, KARAKTERİNİZ Mİ?
Günlük yaşantımızın büyük çoğunluğunu iş yerinde veya arkadaşlarla dışarıda,okulda herhangi bir yerde geçiririz. Peki bu ortamlarda kendinizi nasıl görüyorsunuz atılımcı,girişken mi yoksa çekingen,utangaç mı? Acaba toplum içerisinde çekingen olmanız sizin karakteriniz mi yoksa bu bir hastalık mı?
Çekingenliğiniz yüzünden kaçırdığınız bir iş fırsatı, başlatamadığınız bir gönül ilişkisi, haklılığınızı kanıtlayamadığınız bir tartışma oldu mu?” diye sorulsa çoğumuz bunlardan en azından bir tanesine olumlu yanıt verebiliriz. Çünkü her insanın genleri, ailesi, çocukluğu ve tecrübelerine bağlı olarak çekindiği durumlar olabiliyor. Ancak bazen çekingenlik öyle bir hale geliyor ki görünmez bir sınırı aşıp sosyal fobiye dönüşüyor. Belirtilerini çocuklukta göstermeye başlayan sosyal fobi, dikkate alınmadığında sosyal hayattan kaçan bazen de tamamen kopmuş olan yetişkinleri yaratıyor. Geleneksel değerlerin ve korku kültürünün baskın olduğu ülkemizde ne yazık ki milyonlarca gizli sosyal fobik yaşıyor. Bu kişilerden kimi kendini fark edip tedaviye yöneliyor, kimi kendisiyle yüzleşmekten kaçıp maskeler takarak yaşıyor, kimiyse kendi yarattığı küçük dünyasında ailesine bile sırtını dönerek yapayalnız kalmayı seçiyor. Kendisi de eski bir sosyal fobik olan, ‘Sosyal Fobi’ kitabının yazarı Psikolog Yıldız Burkovik ile bu hastalığın iç yüzünü konuştuk.
Göz teması yoksa endişelenebilirsiniz
Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden Psikolog Yıldız Burkovik, kitabının önsözünde sosyal fobikleri “uyuyan devler” olarak nitelendiriyor ve bunu şöyle açıklıyor; “Uyuyan devler diyorum çünkü sosyal fobikler aşırı mükemmeliyetçi oldukları, hata yapmaya asla tahammül edemedikleri için eleştirilmektense geri planda kalıp susmayı tercih ederler. Onların seslerini duyurmalarıyla belki de devler çıkacak ortaya.” Tanıdık geldi değil mi? Hata yapmamak için bir adım geri duranlardan biri de sizsiniz belki… Bu kadar çekingen olmak ve çekingenliğin hastalığa dönüşmesi bir günde olmuyor, temelleri çocuklukta atılıyor. Bu durumdaki çocuk, dikkatli ve duyarlı anne-babaların kolayca fark ettikleri onlarca işaret vermeye başlıyor. Psikolog Burkovik, bu gelişimi şöyle açıklıyor; “En önemli belirti çocuğun göz temasında bulunmaktan kaçınmasıdır. Bunun dışında çocuk sadece kendisiyle ilgili oluyor, etrafa fazla bakmıyor. Etrafındaki çocuklarla iletişime geçmek istiyor ama reddedilme korkusu ile bunu yapamıyor. Bazı çocuklar evde çok hareketli ve yaramazken dışarıda annelerinin yanından bir an bile ayrılmıyorlar. ‘Aman ne cici çocuk’ diye takdir ettiğimiz bu çocuklar aslında çok çekingen olabiliyor. Okul yaşantısı başladığında ise öğretmenlerin tutumu büyük önem taşıyor. Eğer öğretmen çekingen çocuğu aşağılarsa, anne-baba da çocuğu takip etmiyorsa o çocuk içine kapalı, insanlara güvenmeyen, konuşmaktan hoşlanmayan bir insan haline geliyor. Kendi içine dönük işler yapıyor, mesela bilgisayar başından kalkmıyor. İnternet bağımlısı olduğu düşünülüyor ama o aslında belki de çekingen olduğu için sosyalleşemiyor.” Bu konuda hassas bir anne-baba, çekingen olan çocuğunu takım sporları, halk oyunları gibi sosyalleşebileceği ortamlara göndererek ona büyük destek olabiliyor. Ancak sorunun üstesinden gelmek o kadar da kolay olmuyor, çünkü başarısız olma duygusu çok baskın olan çocuk performans gösterememekten korkuyor. Başarılı olduğunda ise bir daha aynı başarıyı gösteremezse sevilmeyeceğinden endişe duymaya başlıyor.
Öğrenilmiş çaresizlik körüklüyor
Bir çocuğun çekingen olmasında genetik faktörlerin yanı sıra çevre koşulları da etkili olabiliyor. Bazı çocuklar çekingenliği ailelerinden alırken bazıları da anne-babaları, kardeşleri ya da arkadaşları tarafından aşağılandıkları ve duygularını içlerine attıkları için çekingenliğin tehlikeli denizlerinde yüzebiliyorlar. Psikolog Burkovik, çekingenliğin sebeplerinin çok değişken olduğunu ancak fark edilmediği takdirde çocuklukta, ergenlikte ya da yetişkinlikte hastalığa yani sosyal fobiye dönüşebildiğini belirtiyor. Çekingenliği ve sonrasında sosyal fobiyi körükleyen ise öğrenilmiş çaresizlik oluyor. Daha önce yaşanan kötü tecrübeleri zihnine yazan kişiler, benzer durumlarda aynı şeyleri yaşayacaklarına inanarak tedirgin oluyorlar.
İş hayatında da ortaya çıkabiliyor
Yetişkinlikte ise sinyaller çoğunlukla iş hayatında ortaya çıkıyor. Çekingenliği sosyal fobiye dönüşmüş insanlar iş hayatında başarılı olamıyor, dikkatleri çok fazla dağılıyor, iletişim kuramamaya başlıyor. Bunun nedenini Psikolog Yıldız Burkovik şöyle açıklıyor; “Örneğin sosyal fobik kişi karşısındaki insan konuşurken çok heyecanlanıyor. Bu nedenle lafın başını duyuyor, sonunu duyamıyor. Kelimeleri karıştırıyor. Duyduğu tek bir kelime üzerinden yanıt vermeye kalkıyor ve tamamen alakasız bir şey çıkıyor ortaya…”
Hayır demek öyle zor ki…
Sosyal fobisi olan insanların en zorlandıkları konulardan biri de “Hayır” demek… Bu kişilerin her zaman başkasının söylediklerini yaparak kendilerini daha güvende hissettiklerini belirten Psikolog Yıldız Burkovik, “Bu durum tüm iplerini başkasına vermek anlamına geliyor. Hep bir onay bekliyorlar. Karşı taraf iyi niyetli ise sorun yok ancak kötü niyetli ise vay haline… Anne-babaların dikkat etmesi gereken konulardan biri de budur. Örneğin çocuğunuz giyinirken sizin önerilerinize karşı çıkıp ısrarla kendi istediği kıyafetleri giyiyor, çarşıya çıktığınızda kendi istediklerini satın almanızı sağlıyorsa hiç endişelenmeyin, o çocuk kesinlikle çekingen değildir” diyor. Çünkü sosyal fobikler kendi başlarına alışveriş yapamadıkları gibi, alabildikleri kıyafetlerin de hep yanlış seçimler olduğunu düşünüyorlar.
Heyecanı kontrol etme teknikleri
Sosyal fobik kişilerin tedavisinde herkesin özelliklerine uygun olarak tercih edilen psikoterapi yöntemleri kullanılıyor. Psikoterapinin içinde heyecanı kontrol etme tekniklerinin hastalara öğretilmesi de yer alıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, bu teknikleri şöyle anlatıyor; “Bedensel tepkiler kişileri çok fazla engellediği için önce bunları düzeltmeye yöneliyoruz. Sosyal fobik insanlar çok gergin oldukları için elleri ayakları soğuyor. Doğru nefes alamadıkları için nabızlarının çok hızlı olduğunu düşünüyorlar. Bunu düzeltmek için diyaframa bir kemer takarak bilgisayar ekranında nefes alış verişlerini kendi gözleri ile görmelerini sağlıyoruz. Hastalar ne kadar yanlış nefes aldıklarını ekranda görünce şaşırıyorlar. Beden tepkilerini kontrol etmeyi öğrenen hastaların düşünce bazındaki yanlış şartlanmaları varsa onları da psikoterapi yöntemleri ile gidermeye çalışıyoruz. Önce kişinin durumunu fark etmesini sağlıyoruz. Eğer kişi iletişimini sıfırlamışsa, kimseyle konuşmuyorsa ilk adımda psikiyatriye başvurmak gerekiyor. İlaçla yol alındıktan sonra psikoterapi başlıyor.” Burkovik, terapiye düzenli devam eden, ilaçlarını söylenen sürelerde düzenli alan kişilerin hayatlarının devamında karşılarına çıkan zorlu zamanlarda kaybettikleri dengeyi kolaylıkla tekrar kurabildiklerini belirtiyor.
Herkes beni izliyor!
Sosyal fobisi olan kişinin ruh halini, “Kişiler, sanki kendisini izlemeye gelen birileri varmış ve sürekli onu gözlüyorlarmış gibi hissederek yaşıyorlar. Etraflarına bakmadıkları ve göz teması kurmadıkları için sürekli izlendiklerini düşünüyorlar. Oysa başlarını kaldırıp bir baksalar kimsenin onları izlemediğini fark edecekler” sözleri ile tanımlayan Burkovik, göz önünde olmaya alıştığı sanılan ünlü isimlerin dahi sosyal fobik olabildiğini belirtiyor. Sosyal fobisi olan bir oyuncunun sahnede çok rahat olabilmesini ise, “Çünkü oyuncular oynadıkları role giriyorlar. Zaten sosyal fobide sorun da insanın kendisi olmaması ve maskeler takmasıdır” diyerek açıklıyor. Bazı sosyal fobikler çekingenliklerini günümüz deyişi ile “cool” bir görüntü arkasına saklarken bazıları da çok girişken görünebiliyor, iddialı kıyafetler giyerek kendine güvenli bir imaj çizebiliyor.
Sosyal fobi nedir?
İlk kez 1966 yılında psikiyatrist Isaac Marks tarafından tanımlanan sosyal fobi, temelde, başka insanların bulunduğu ortamlarda hata yapma, diğer kişiler karşısında küçük düşme korkusu olarak tanımlanıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, durumu şöyle açıklıyor; “Bir sosyal fobiğin düşünce zinciri olumsuz düşüncelerle harekete geçer. Kişi kendini büyük bir zincirle bağlar ve o zincirin gidebildiği yere kadar gider. Yani durmadan kendi içinde döner, hareket edemez, yalnızca endişe duyar, tedirgin olur. Performans göstermesi gereken bir durumla karşılaştığında daha çok kaygı duyar ve ani tepkiler göstermeye başlar. Bir alarm altında önce ‘buradan kaçmalıyım’ duygusu, sonrasında ise kalp çarpıntısı, titreme, boğazın düğümlenmesi, terleme ya da aniden buz kesme hali yaşanır.”
Anne-babalara
Çocuğunuz göz temasında bulunmuyorsa
Arkadaşlarından ayrı yerde oyun oynuyorsa
Hiç kimse ile konuşmuyorsa
Evdeyken sizinle dahi konuşmuyorsa
Sadece televizyon izliyor, başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorsa
Kendi kendine bir kenarda ağlıyorsa
Rüyasında çok sık konuşuyorsa
Kardeşi olduğunda kendini sizden dışladıysa
Okulda dikkat eksikliği yaşıyorsa
Öğretmeniyle konuşurken kızarıyor, kekeliyorsa
Arkadaşları ile konuşurken alaya maruz kalıyorsa
Kendisine lakap takılıyorsa
Sözlüye kalkarken tir tir titriyorsa
Yazılı sonuçları çok iyi ama sözlüleri çok kötüyse Kesinlikle çocuk ya da ergen psikoloğuna başvurulması gerekiyor.
Ya elim titrerse?
Sosyal fobik insanları kalıp cümleler ile tanımlamak imkansız, çünkü bazen kendine hiç güveni olmayan kişi sosyal fobi yaşarken bazen de kendine çok güvenli olan kişi kendini göstermekte çekingen davranabiliyor. Bu durumun günlük yaşamdaki yansımaları her kişide farklı şekilde ortaya çıkıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, bunun örneklerini şöyle anlatıyor: “Bir şirketin genel müdürü bir toplantıda herkesin önünde eli titreyeceği için imza atmaktan çekinebiliyor. Bir başka yönetici topluluklara konuşurken sesinin incelmesinden çekindiği için bu işleri hep yardımcılarına devredebiliyor. Evlilik hazırlığında olan bir kişi, düğün pastasını kestikten sonra eşine yedirirken elinin titremesinden çekinebiliyor. Danışanlarım arasında en çok avukatlar ve öğretmenlerin sosyal fobiden kurtulmaya çalıştığını gözlemliyorum. Avukatlar, yüzlerinin kızarmasından ya da terlemekten çok kaygılanıyorlar çünkü söylediklerine itibar edilmemesinden çekiniyorlar. Öğretmenlerin bu duygulardan kurtulmaya çalışması beni çok sevindiriyor çünkü bu öğretmenlerin sınıflarında aynı durumdaki çocuklara çok daha anlayışla yaklaşacaklarına inanıyorum.”
Yetişkinlere
Göz teması kurmaktan korkuyorsanız
Dikkatiniz tamamen dağınıksa
Hiçbir şeye ‘hayır’ diyemiyorsanız
Durmadan eleştirilmekten korkuyorsanız
Topluluk içinde farklı fikirlerinizi dile getiremiyorsanız
Tek başınıza alışverişe gidemiyorsanız
Yabancı yerlere giremiyorsanız
İneceğiniz yeri söylemekten çekindiğiniz için dolmuşa binmiyorsanız
Hatalı bir mal satın aldığınızda iade etmekten çekiniyorsanız
İhtiyacınız olduğu halde dışarıda tek başınıza tuvalete gidemiyorsanız
Kızarıyor, titriyor, terliyorsanız, çarpıntınız varsa Mutlaka psikolog desteği almanız öneriliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder